Başkan Ataç, açıklamasında, Son günlerde oldukça konuşulan “Zeytinlik Yasası” olarak bilinen, enerji ve maden alanlarına yönelik Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiğini belirterek, “Bu vahim değişikliğe göre elektrik üretimi için maden faaliyetlerine izin verilecek ve maalesef bu yasa ile maden sahalarının bulunduğu alanlardaki zeytinlikler tahrip edilecek. Sözde eş değer zeytinlik kurulması şartı konuluyor fakat doğanın yıllar süren döngüsü ve bir zeytin ağacının yetiştirilmesinin zorluğu hiç hesaba katılmıyor. Biz, yıllardır “Eskişehir Kıymetlidir” diyerek, Alpagut ve Atalan bölgesine yapılması planlanan vahşi madenciliğe karşı şehrimizde ortak hareket ederek mücadele veriyoruz. Durum ne olursa olsun biz topraklarımızı korumaya devam edeceğiz. Bu konuda birçok çalışmamızı hali hazırda yürütüyoruz. Gerek belediye olarak, gerek üyesi olduğumuz Sağlıklı Kentler Birliği çatısı altında toprağa, doğaya ve enerjimize sahip çıkmaya gayret ediyoruz. Çünkü biliyoruz, doğaya ihanet etmeye devam edersek kıtlığı tam anlamıyla en kötü haliyle yaşayacağız. Belediye başkanı olarak en korktuğum şeylerden biri budur.
Tarımda bitkisel ve hayvansal üretim olumsuz etkilenecek Açlık ve su savaşlarının yaşanacağı öngörülürken vahşi madencilik için topraklarımızı ve suyumuzu heba etmemeliyiz” dedi.
“EKOSİSTEM ‘ALTIN’DAN DAHA DEĞERLİ”
Türkiye için, Eskişehir için temiz su varlıkları ve verimli topraklara sahip olmanın, yani ekosistemin, altından daha kritik ve stratejik bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Ataç, “Kuraklık ile mücadele ettiğimiz bu dönemde Eskişehir’in sulu tarım yapılabilen tek bölgesi Sarıcakaya ve Mihalgazi bölgesidir. Bu bölgede yapılacak vahşi madencilik Eskişehir’de yapılabilecek tek sulu tarım bölgesini riske atmaktadır. Bu olumsuzlukların yanı sıra Türkiye’de iklim kanunu, sözde iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla bizim gibi doğaseverlerin itirazlarına karşın TBMM’de kabul edildi. Evet, doğal varlıklarımızı koruyabilmek, iklim değişikliği ile mücadele edebilmek adına böyle bir kanun gerekliydi. Ama bu şekilde değil. Yasanın “Süper İzin” olarak nitelendirilmesi bile bir utanç durumu. Çünkü madencilik yapacak şirkete, 4 ay içinde ruhsat izni verilmezse, otomatik olarak izin verilmiş sayılacak. Zeytinlikler maden faaliyetlerine açılacak. Mesela sera gazı salınımlarının azaltılması ile ilgili bir hedef yok. Fosil yakıtların terkedilmesi için bir tarih yok. Yasa, koruyucu önlemlerle güçlendirilmesi gerekiyor. Kısacası, somut bir eylem planı göremiyoruz. Ayrıca yüzyıllardır hiçbir otlatma kuralı içermeksizin uygulanan otlatmalar sonucu “Mera” niteliğini kaybeden Türkiye’de, otlatma alanları son 50 yılda 12,3 milyon hektara kadar gerilemiş durumda. Bunlara ek, şehirleşme, kırsal yerleşim, tarım ve madencilik alanlarındaki talanlar yüzünden, mera kayıpları halen devam etmekte, Mera Kanunu’ndaki yoğun yeni düzenlemeler nedeniyle süreç ne yazık ki beklenenin aksine meralar aleyhine işlemektedir. Binlerce yıllık doğayı talan edecek ve telafisi olmayan zararlar bırakacak sömürge ekonomisini temsil etmektedir. Oysa ki doğanın korunarak verimin arttırıldığı ve insan sağlığına zarar vermeyen, ekosistem hizmetleri öngörülerek ekolojik ekonominin güçlendirilmesini desteklenmelidir” diye konuştu.
“ÜRETİCİLERİMİZE DESTEKLER SUNUYORUZ”
Tepebaşı Belediyesi olarak üreticilere sürekli destek verdiklerini hatırlatan Başkan Ataç, sözlerini şöyle sürdürdü.
“Toprakların maden sahalarına dönüşmesi değil, tarım alanları olarak yeşillenmesi en büyük amacımız. Toprağı en vefalı dostumuz olarak görüyoruz. Bu doğrultuda, belediye olarak yerel üreticileri her zaman ön planda tuttuk. Fideler verdik, yetiştirilmesinde destek olduk, bilimsel olarak eğitimler verdik. Kadın üreticilerimize pazarlar açtık, verdiğimiz desteklerle ürünlerini Eskişehirlilere direkt olarak sunuyorlar. Tarımsal üretimde tahmin ve erken uyarı sistemimizle çiftçilere hizmet veriyoruz. Bu da onlara tarımsal riskler için zaman kazandırıyor ve ürünlerinin zarar görmesinin önüne geçmelerinde fayda sağlıyor. Çünkü gıda güvenliği çok önemli. Sadece toprağa sahip çıkmaktan ziyade, ekilip biçilenin de sağlığını korumalıyız. Ancak bu şekilde toprağı koruyabilir, olası kıtlıktan kurtulabiliriz. Tüm bunlar sağlıklı bir toprak yapısı olmadan yapılamaz. Üretime dayalı topraklarımız madene ayrılırsa, ülkede bir yılda büyük bir gıda ve su krizi ile karşı karşıya kalacağız. Toprağın altı kadar üstü de değerli. Türkiye, maden çöplüğüne dönüşmemeli.”